Seçimler vakti geldi. Güleceğimiz, içip içip kusabileceğimiz her şeyi seçme vakti. Beğenmediğimiz hatunla ilişki yaşamayabilirsin, barda son birayı içtikten sonra ponpon kız etkisiyle o kızla sevişmeyebilirsin. Tüm bu dediklerimi yapabilir bu ülkede olmasa bile herhangi bir yolculuk esnasında duracağımız bir yol üstü lokantasında bahsi geçen her şeyi yapabilir veya oldurabilirsin. Üstelik artık hiç bir şey sivri değil baksanıza etrafınıza dik olan bir insanlık yok ,sivri olan bütün köşeler yuvarlak oldu.
Değişimin bu kadar hızlı olduğu bu dünya da eskiden köşe başlarını tutan asil insanlar olurdu, tıpkı meyhane tadında hayatlarımız varlığı gibi. Kuralları sert ama bir o kadar babacan kişiler; sohbetleri bol olan bu insanların anlatacakları hikayeleri olurdu. Belki birkaç gönül şairi yahut aşık olunan bir kız olurdu masal heybelerinde. Bir siyaset macerası anlatılırken çok da düşünmezdi kaçıncı duble rakıyı kovaladığını. Belki de bu kadar çok değişimin arasında onların değişmemesi güzeldi. Zamana inat duran biblo gibiydiler.
Şu ana ise baktığımızda bir grup sanal ortam yazarı okuduğu iki kitabı bizlere satar olmuş, iki tane blog sayfası yazan bir yazarım edasıyla dışarıda doluşmuş durumda. Ömer Hayyam’ın, Can Yücel’in iki şarap ile ilgili sözünü görünce dünyalar içtiğini sanan dünün heyecanlı çocukları. İşte belki de tüm sorun burada başlıyor. Bu kadar değişim onca farklı şey arasında bile değiştiğini sanıp geliştiğini sanan iki mikro organizmalı amip beyinli bireyler düşünmemeyi gelişmek ,okumamayı erdem, ahlaktan yoksunluğu aşk, bol kaslı veya büyük memeli hatunları ilah yapıp tanrılaştırıyordu beyninde. Gelişmenin içinde kendilerini adam etmeyi becerememiş bireylere kavramları anlatamadık ve bundandır ki bu başarısızlık başkalarının hayatları içinde birer ayrıntı olarak yol almamıza sebep oldu. Bu yüzdendir ki had ve hadleri olmayan insanlar bugün bir çok genci içeriye alıp, bir çok basına müdahale edip ,iktisadi rakamlarla oynayıp bizi kandırmak için küçük beyniyle büyük sulara dalıyor.
Değersiz olanı alaşağı etmeye gücümüz yeterken, değerli olanı ayıklayıp ona sahip çıkabilecek miyiz? Gerçeklik ne olursa olsun askıdadır. Ve onu askıdan alabilecek şey yine de sadece ve sadece içimizdedir. İçimiz ki aslında dışımızda olan her şeyi, hem de hepsini içermektedir sessizce. Ve o sessizliktedir duymamız gerekenin bütünü. Yine de ‘dış’ımızın köşelerinden arınıp yuvarlağa daha da yaklaşması, o sessizliğin sesini duymaya daha yakın kılacaktır ‘iç’imizi…
Fahrunnisa PANDA
19.05.2012